Yorucu bir başvuru sürecinin ardından ilk tercihim olan George Washington Üniversitesi’ne kabul almış ve bir Eylül akşamı Dulles Uluslararası Havalimanı’ndan Washington şehir merkezine doğru yola koyulmuştum. Şehre ilk girişimi hala net bir şekilde hatırlıyorum. Sebebini tam anlamlandıramadığım bir hüzün kaplamıştı ruhumu. Akşam geç olmamasına rağmen sokaklar bomboş, caddeler karanlık, bir hayalet şehri andıran manzarayla karşı karşıyaydım. Oysa ki çocukluğumdan beri televizyonda, filmlerde, görsel ve yazılı medyada beynime işlenmeye çalışılan imaj, o anda başkentine giriş yaptığım ülkenin cıvıl cıvıl, hayat dolu bir ülke olduğuydu. Daha ilk günden ABD’de yaşayamayacağımı anlamıştım. Lisans eğitimim için Washington’da geçirdiğim dört yıl, öfke ve özlem duygularının tavan yaptığı bir eziyete dönüşmüştü.
Amerikan Polisi ve Şiddet
Beni en çok dehşete düşüren konu Amerikan polisinin vahşetiydi. Hiç bir suç işlemeseniz bile her an güneş gözlüklü bir polis veya bir şerif tarafından yere yatırılıp elleriniz arkanızdan kelepçelenerek nezarethaneye tıkılabilirsiniz, çünkü bu Amerikan polisinin şüpheli gördüğü kişilere uyguladığı standart prosedürdür. Sadece böyle bir uygulamaya maruz kalırsanız yine kendinizi şanslı adletmeniz gerekir zira sadist duygularını tatmin etmek isteyen bir polisin eline düşerseniz basit bir trafik çevirmesi esnasında bile binlerce voltluk elektrik yiyebilir, bunun sonucunda ömrünüz boyunca felç kalmak gibi pek çok vahim hastalıkla yaşamak durumunda bırakılabilirsiniz. Hele cezaevine düşerseniz yandınız! Hayvanların bile barınamayacağı ortamlarda, tek tip kıyafet giydirilerek, her türlü onur kırıcı müdahele ve fiziki şiddete maruz kalmanız yine standart prosedürdür.
Vietnam’dan Günümüze Protestolar
ABD üniversitelerinde İsrail’i protesto eden öğrencilerin hatta öğretim görevlilerinin gördüğü muamele, kendini hür dünyanın lideri olarak tanımlayan bir ülkede asla görülmemesi gereken görüntülerdir. ABD’de demokrasi ve özgürlük masallarıyla halkını uyutan bir yönetim kültürünün hakim olduğunı anlamak çok zor değil. Sosyal medyada dolaşan videolarda durduğu yerde birden yere yatırılıp ters kelepçe takılan bir üniversite hocası görülüyor. Bu müdahelenin hiç bir izahı olamaz.
Ancak işte Amerika’da bu çok alışılagelmiş bir durum. 1960’lı ve 70’li yıllarda Vietnam Savaşı’nı protesto eden öğrenciler de yine benzer sertlikte müdahelelerle karşılaşmışlardı. 54 yıl önce Ohio eyaletindeki Kent Eyalet Üniversitesi’nde (Kent State University) düzenlenen bir öğrenci protestoyu dağıtmak için Ohio valise James Rhodes kampüse Ulusal Muhafız denilen askeri birlikleri göndermişti. Öğrenciler dağılmayı reddedip, birliklere karşı direnince bazı askerler ateş açmışlardı. “Kent State Katliamı” olarak tarihe geçen bu olay sonrasında protestolar ülkenin dört bir yanına sıçramış, 4 milyon üniversite öğrencisi ders bırakma eylemi düzenlemişlerdi. Yaklaşık 100 bin kişi başkent Washington’da tertip edilen yürüyüşe katılmış, hatta Başkan Richard Nixon güvenlik sebebiyle şehrin dışındaki Camp David’e götürülmüştü. Yıllar sonra bir televizyon programında Başkan Nixon’ın danışmanlarından Charles Colson öğrencilere karşı Nixon’ı korumak için ordunun da hazırlık yaptığını belirtmiş ve gördüğü bu manzara karşısında şu düşüncelere kapıldığını ifade etmişti: “Bu dünyanın en gelişmiş özgür demokrasisi olamaz. Bu kendiyle savaşta olan bir ulus”
Amerika’nın kuruluşundan bu yana siyaset bilimi literatürüne geçecek demokratik atılımlar yaptığı inkar edilemez. Ancak Amerika’nın kurucu babalarının bir yandan İngiliz Kralı’na özgürlük uğruna süngü çekerken bir yandan da onlarca köle sahibi olduğu gerçeği de unutulmamalıdır. Bireyin devletle en yakın temas noktalarından biri olan polisin davranışı bir ülkenin uygarlık seviyesinin en önemli göstergelerindendir. Şu an devam etmekte olan öğrenci protestolarına verilen yanıtta bir kez daha gördük ki Amerika lideri olduğunu iddia ettiği hür Batı medeniyetinin halen çok gerisindedir.